Bir edebiyat ansiklopedisine giremeyince üzülen arkadaşını Peyami Safa şöyle teselli etmiş: "Bizim gibi ülkelerde bir ansiklopediye girmek, ancak onu hazırlayanın yakını olmakla mümkündür." Yani üstad kimsenin, bileğinin hakkıyla bir yere gelmediğine, dost ahbap ilişkilerinin önemli olduğuna işaret ediyor.
İstisnai de olsa bu gerçek Batı için de geçerlidir. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Almanların dâhi şairi Hölderling ölümünden yüz ondokuz yıl sonra keşfedilmiş, ansiklopedilere girmiştir.
Ama bizim gibi cemiyetlerde, bazı insanların adeta unutulmuşçasına bir kenarda durmasından, o kişilerden daha çok, o milletin yetişen nesilleri zarar görmektedir. O, beyninin ürününü vermiştir, bugün görülmezse, bir süre sonra bir gören mutlaka çıkacak, gündeme oturacaktır. Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bazı çevrelerde lakabı "Kırtipil Hamdi" idi; fakat güneş balçıkla sıvanamayacağından eserleri dikkat çekmeyi sürdürdü; gelip kültür hayatımızda hak ettiği yere oturdu. Sadettin Kaplan'ın da görülmeye, tanıtılmaya ihtiyacı yoktur, nasıl olsa bir gün birileri tarafından görülecek, gündeme getirilecektir. Eserlerini birkaç kere saydım, herhalde bulduğum "yüz kırk dört" sayısı doğrudur. Eserleri sadece sayı bakımından kabarık değil, kalite bakımından da çarpıcı. Bunun için bizim onu görmeye, tanıtmaya ihtiyacımız var; zira kültürden, sanattan biraz anlayan, sorumluluk sahibi, yetişen nesillerin onu okumalarının, gıdalarını ondan almalarının lüzumuna inanır.
Sadettin Kaplan'ın belki en dikkat çekici tarafı edebiyatın her türünde eser vermiş olmasıdır. Normal olarak, iyi bir romancı, şiir yazarken sadece hevesli olduğu anlaşılır. Mesela Peyami Safa'nın Nazım Hikmet'e verdiği cevapta bu görülür. Ömer Seyfettin çok üstün bir hikayeci, ama başarılı bir şair değil. Sadettin Kaplan ise Necip Fazıl, Ahmet Hamdi gibi edebiyatın değişik türlerinde başarılıdır. Bir şiiri, en güzel şiirler antolojisine alınabileceği gibi, bir romanına da yılın ödülü rahatlıkla verilebilir. Hiç birisinde hevesli değil, hepsinde olgun bir kalem.
Metafiziği çıkarırsak, hayat çölleşir, tarih de milletin hafızasıdır. Kaplan'ın eserlerinde hem metafizik, hem de tarih vardır, adeta hayatın bu iki damarı eserlerini dokumuştur. Yazdığı "Peygamberler Tarihi Dizisi" hayatımıza hem zaman boyutunu getirmiş, hem de metafizik derinliği. Aşk ve vefa da hayata ayrı bir derinlik, renklilik katar. Yedi kitap halinde yayınladığı "Unutulmayan Sevdalar Dizisi" bize yüreğimizi duyurmaktadır. Doğu aşkın menbaıdır; İstrati'nin dediği gibi: "Aşk Doğu'da her beşeri solucanın içinde ışıldayan, günün birinde volkan olup fışkıran bir kıvılcımdır." Shakespeare'nin "Romeo ile Jülyet"'i bizim "Kerem ile Aslı"mızın , "Leyla ile Mecnun"umuzun yanında çok cılız kalır. Romeo ile Jülyet'te bir hesap, bir kurgu vardır, bizimkiler ise hayattan fışkırmışlardır.
Her medeniyetin altında bir insan tipi bulunur. Devletlerin başarılı olmaları da insan tipine bağlıdır. Görevi ön planda tutan kadroların oluşturduğu devlet, bir saat misali tıkır tıkır çalışır. Görevi önemsemeyen, sadece hakkını alamadığından yakınanların yönettiği devlet ise milletine cehennem azabı verir. Toplum hayatında önemli olan ferttir; onun ruh dünyasını belli yaşlarda beslemektir. Bu gerçeğin farkında olan Kaplan yirmi kitaptan oluşan enfes bir "Çocuk Romanları Serisi" hazırlamış.
Kaplan'ın edebi çalışmalarına dikkat eden onun güzel Türkçesini görür. Velut olmasında, rahat okunmasında bu kıvamında Türkçenin payı inkar edilemez, ne modaya uyup uydurukçaya iltifat etmiş, ne de gayretkeşlikle değirmenlere savaş açmış. Edebi çalışmaların belkemiği dildir; o da Sadettin Kaplan'da alabildiğine bulunmaktadır.
Sadettin Kaplan her şeyiyle bizim olan bir mektep kurmuş. Mektebinden gıdasını alan mazisiyle, ruhuyla, manasıyla bizim insanımız olur; bu tip aynı zamanda dünyaya açıktır; zira değerlerinin sağlamlığının farkındadır. Bizim görevimiz ise onun kurduğu bu mektebi Edirne'den Kars'a kadar yayılmasına yardımcı olmaktır. Bunu yaparken de geleceğimizi teminat altına aldığımızı unutmamalıyız.